Pera Palas hikayesi

                                   Pera Palas hikayesi

İnşa tarihi 1892 senesine kadar uzanan Pera Palas Otel’in gizemli odalarında konaklayarak tarihe tanıklık edebilirsiniz, çünkü burası 19. yüzyıldan kalma, çok iyi korunmuş neo-klasik bir ikon. Pera Palas Otel, İstanbul’un olağanüstü tarihinin yaşayan en güzel örneklerinde biri. Neo-klasik, art nouveau ve oryantal tarzların mükemmel bir karışımı olan bu şaheser yapı, hiç kuşkusuz geçmişin, bugünün ve geleceğin şehri olan İstanbul’un da gözbebeği…


Pera Palas, I. Dünya Savaşı sırasında işgal kuvvetlerinin karargahı gibidir. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Amerikalılar cirit atar otelde. Savaş demek yokluk demek ama Pera Palas’a yokluk pek uğramaz. Ünlü casuslar, işgal kuvvetleri komutanları hep burada kalır. Bodossaki de onlarla iyi ilişkiler içindedir. Kurtuluş Savaşı’na muhtemelen anlam veremez, çılgın bir macera olarak bakarlar. Atatürk, Bay Bodossaki ile ilk olarak 1917 yılının Aralık ayında bir Osmanlı paşasıyken tanışmış; 1919’un Nisan ayında Yunan Generali Paraschevopulo’yu bütün Beyoğlu gibi Pera Palas da mavi beyaz bayraklarla selamlamış..

İşgal kuvvetleri hüsrana uğrayınca Bay Bodassaki, korkusundan oteli terkeder. Bu arada maliyeye ciddi bir borcu olduğu ortaya çıkar ve otel 1923’te hazineye devredilir. Üç yıl sonra, Atatürk’ün Suriye’de iken tanıdığı eşraftan Misbah Muhayyeş otele talip olunca önce işletmeciliğini sonra mülkiyetini alır. Çocuğu olmayan Misbah Muhayyeş 1949’da bir vakıf kurup gelirini Darüşşafaka, Darülaceze ve Verem Savaş Derneği’ne bırakacak, ardından 1982 ve 2006’da otel el değiştirecektir.

Cumhuriyetin ilanından sonra meşhur Cumhuriyet Baloları’nın vazgeçilmez mekanlarındandır artık. Şık giyimli bayanlarla baylar dans becerilerini göstermek için balo salonunda yarışır, geride hatıra fotoğraflarını bırakırlar. Pera Palas’ı çok seven Atatürk otele geldiğinde nedense hep 101 numaralı odayı tercih etmiş. Bugün müze olarak korunan odası, koruma polisi Rıdvan Gürarı’dan alınan eşyalarla zenginleşmiş durumda. İçindeki 137 parça eşyadan bir, bir Hint mihracesinin 1929’da ona hediye ettiği ve ne ilginçtir ki üzerinde saat olarak 09.07’yi gösteren seccade…

Dönemin ünlü aktrisi Fransız Marie Bell’in İstanbul’a her gelişinde olay olur, sonraki yıllarında Jean Genet’nin avangard oyunlarında da rol alacak olan Marie Bell, o yıllarda klasik oyunculuğuyla meşhurdu. Her gelişinde o da Pera Palas’ta kalır. 1930’ların hemen başında İstanbul’da çekilen La Chance (Talih), La nuit est à nous (Aşk Geceleri) filmlerini keşke bulup izlesek de dönemi hayal edebilsek… O yıllarda Kandilli’deki Abud Yalısı’ndan çekilen bir fotoğrafında kendisini Boğaz sularında bir kayıkla gezinirken görüyoruz. Bugünden bakılınca masal İstanbul’unda kendini nasıl hissetti acaba?

Polisiye romanların unutulmaz yazarı Agatha Christie,’nin soluk soluğa okunan ünlü “Orient Express’te Cinayet” romanını Pera Palas’ta yazar. Sonradan filme çekilen, hayatının 11 günlük bilinmeyen dönemi eleştirmenlerce hayalî diye nitelendirilince olan olur. Filmi çeken Warner Brothers şirketi ünlü Amerikalı medyum Tamara Rand’e başvurur. Rand, Christie’nin ruhunu çağırır ve ünlü yazar, hayatının bu dönemine ışık tutacak anahtarın Pera Palas’ta 411 numaralı odada olduğunu söyler! 1979 yılında, yani Christie’nin ölümünden üç yıl sonra yerli ve yabancı gazeteciler eşliğinde otelde inceleme yapılır ve gerçekten de odanın yer döşemelerinin altında paslı bir anahtar bulunur. Otelin sahibi Hasan Süzer, anahtarı 2 milyon dolar karşılığında vereceğini söyleyince -bunu otelin yenilenmesi için harcayacağını belirterek- Warner Brothers reddeder. Dünya basını olayı tüm açıklığıyla yansıtır. Yeniden Tamara Rand’e başvurulur… Christie’nin ruhu, meşhur hatıra defterinin yerini anahtar ellerinde olmadan söyleyemeyeceğini dile getirir… Anahtar Amerika’ya gönderilmez, yeni anlaşma yolları aranır, ne var ki otel çalışanlarının bu dönemde greve gitmesiyle olan biten geride kalır. Anahtar, şimdilik bir bankanın kasasında, güvenli ellerde…

   
     

Son olarak Pera Palas’ta kalan diğer meşhurlar… İnönü, Menderes, Refik Koraltan, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Refik Saydam, Arnavutluk Kralı Zogo, Eski İran Şahı Mehmet Ali Kaçar ve Rıza Pehlevi, Eski İngiliz Kralı 8. Edward, Eski Sırp Kralı Pierre, Eski Bulgar Kralı Ferdinand… Sonra, Korutürk, Türkiye’de baleyi yerleştiren Ninette de Valois, Yugoslavya lideri Mareşal Tito, Eski Fransa cumhurbaşkanı Valery Giscard D’Estaing, Eski Romanya Kraliçesi Mary, Eski Alman Büyükelçisi Von Papen, petrol milyarderi Gülbenkyan, Jacquelin Kennedy… Ünlülerle ünsüzler, birbiriyle anlaşanlarla anlaşamayanlar, dostlarla düşmanlar burada aynı yiyeceklerden seçip aynı kadehlerden içkilerini yudumlarlar.

İstanbul’un hemen her yıl tarihi yok edilen Beyoğlu semtinin nadide tarihi mücevheri Pera Palas Oteli, 121 yaşını kutluyormuş. Kutlasın tabii. Turistler İstanbul’un Pera’sını orada algılıyor, en azından mutlaka gidip bir çay içiyor, pasta bina Demirören dibindeki otelde değil. E onlar da biz de haklıyız, eskiyle yeninin randevusu ancak duygusu, yaşanmışlığı olan yerde verilir. Öyle böyle, acı tatlı içiçe geçmiş bir sürü öykü, yaşanmışlık… İyi ki korunmuş.

                       

Blogger tarafından desteklenmektedir.